Enerjide yeni kaynak arayışları

Sanayi çarklarının gelişmişlik seviyesinin en önemli kriterlerinden biri enerji üretim ve tüketimi. Bu nedenle enerji kaynaklarına ulaşım ve üretim kaynaklarını artırma politikası her devlet için stratejik bir önem taşıyor.

 

Enerji kaynakları, dünya siyasetine yön veren, savaşların kaderini belirleyen, hatta sınırların yeniden çizilmesini sağlayan en temel unsur. Bir ülkenin uluslararası politikada ne kadar söz sahibi olacağında, enerji kaynaklarına hâkimiyet gücü belirleyici. Ülkelerin gelişmişlik seviyeleri, enerji üretim ve tüketim miktarlarıyla belirleniyor.

 

Yeni yüzyılda, enerjiye olan ihtiyaç her geçen gün daha da artıyor.  Bugün dünyada üretilen enerjinin yüzde 85`i petrol, kömür ve doğalgaz gibi fosil yakıtlardan elde ediliyor. Bilinen üretilebilir fosil yakıt rezervleri, petrolde 40 yıl, doğalgazda 62 yıl, kömürde ise 216 yıl yetecek seviyede.

 

Enerji tüketimi konusunda lider olan ülke ise Amerika Birleşik Devletleri. Amerika üretilen enerjinin yüzde 23`ünü tek başına tüketiyor. ABD Enerji Bakanlığı tahminlerine göre, ABD’nin enerji tüketiminde ithalat oranı 2025 yılında yüzde 38’e yükselecek. Tablo böyleyken Washington`un dünyadaki enerji oyununun baş aktörü olduğunu söylemek zor değil.

 

YENİ KAYNAK ARAYIŞLARI

Hızla artan talep; ABD, Çin ve Rusya gibi ülkeleri yeni kaynak yaratma yoluna itiyor. Bu da uluslararası rekabeti doğuruyor. Gelecek enerji savaşlarıyla şekilleniyor. 1990`lara kadar üretilen enerjinin yüzde 57`sini OECD ülkeleri tüketiyordu. Bu dönemde gelişmekte olan ülkelerin payı yüzde 29`da kalmıştı. Ancak bu oran yeni dönemde değişti.

 

2010`da gelişmekte olan ülkelerin enerji kullanım payları yüzde 40`a çıktı. Tahminler bu rakamın 2030`da yüzde 47 olacağı yönünde. Çin bu sürecin en etkili ülkesi. Dünyanın en kalabalık ülkesi tek başına dünya enerjisinin yüzde 17`sini tüketiyor. 2025`e gelindiğinde bu oran yüzde 20 olacak. Brezilya, Malezya ve Türkiye gibi ülkelerin de pastadaki payları artacak.

 

DÜNYA TEMİZ ENERJİYE YÖNELİYOR

Dünyada temiz ve yenilenebilir enerji kaynaklarının daha verimli kullanılabilmesi için yeni teknolojilerin üretim süreci giderek hız kazanıyor. Bunun için öncelikli hedef bu alanlara yapılan yatırımların arttırılması. Rakamlar sadece 2013`ün üçüncü çeyreğinde temiz enerji teknolojileri alanında 53.1 milyar dolarlık yatırım gerçekleştiği gösteriyor.

 

Bu bir önceki döneme göre yüzde 22`lik gerileme anlamına geliyor. 2012’nin aynı döneminde gerçekleşen yatırım rakamının ise 63.1 milyar dolardı.  Bu gerilemenin nedeni olarak küresel boyutta yaşanan finans krizi gösteriliyor. Bu krize rağmen yatırımlarını azaltmayan ülkeler de var. Çin bu ülkelerin başında geliyor.

 

ÇİN’İN YATIRIMLARI YÜZDE 63 ARTIRDI

Pekin yönetimi, 2012`ye göre 2013`te yatırımlarını yüzde 63 oranında artarak 13.8 milyar dolar düzeyinde gerçekleştirdi. Aynı dönemde ABD’deki yatırımlar yüzde 155 oranında artış göstererek 9.5 milyar dolara ulaşırken, Avrupa’daki yatırımlar ise yüzde 44 oranında gerileyerek yine aynı şekilde 9.5 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti.

 

Güney Afrika’daki yatırımlar ise bir önceki çeyreğe göre neredeyse yüzde 100 artış göstererek 2.8 milyar dolar düzeyine geldi. Bir önceki çeyrekte temiz enerji teknolojileri alanında 6.3 milyar dolarlık yatırımın gerçekleştiği Almanya’da yatırımlar bu çeyrekte 1.9 milyar dolara gerilese de ülke Avrupa bölgesindeki liderliğini sürdürdü. Bu dönemde büyük ölçekli rüzgar ve güneş enerjisi santrallerine yapılan yatırımlar ise yüzde 39 oranında artış ile 31.9 milyar dolara yükseldi.

 

TATLI SU KAYNAKLARI AZALIYOR

Teknolojinin ve buna bağlı olarak da sanayileşmenin hızla geliştiği günümüzde, doğal kaynakların verimli kullanımı konusundaki, tartışmalar her geçen gün daha yüksek sesle yapılıyor. Bu kaynakların başın şüphesiz su geliyor. Dünyadaki içilebilir su kaynakları eşit şekilde dağılmış durumda değil.

 

Güvenli içme suyu temin edilen alanların kirlilik gibi dış etkenlerden çabuk etkileniyor olması, su kaynaklarının korunması konusunu özellikle suyun kıt olduğu bölgelerde hayati bir konu haline getiriyor. Yeryüzünün büyük bir bölümü sularla kaplı olmasına rağmen, sadece binde 3`ü kullanılabilir tatlı su.

 

Bu suların da üçte ikisi buzul ya da daimi kar örtüsü halinde. Göller, nehirler ve barajlarda tutulan tatlı su miktarı 8.000 kilometre küp civarında. Dünyada bir yılda kullanılan tatlı suların toplamı ise 3.800 kilometre küp düzeyinde. Bu suların yaklaşık yüzde 70`i tarımsal, yüzde 20`si endüstriyel ve yüzde 10`u ise evsel olarak kullanılıyor.

 

KÖRFEZDE DÜNYA SU ZİRVESİ

Suyun tarım ve enerjide verimli kullanımının önemi, kaynakların hızla yok olması nedeniyle daha iyi anlaşılıyor. Uluslararası toplum da, bu verimliği artırmanın yollarını arıyor. Birleşik Arap Emirliklerinin başkenti Abu Dabi`de geçtiğimiz ay yapılan ve iki gün süren Dünya Su Zirvesi’nin ana gündem maddesi de buydu.

 

Körfez İşbirliği Konseyi`nin öncülüğünde toplanan zirvede artan su ihtiyacını sürdürülebilir şekilde karşılamayı hedefleyen çalışmalar masaya yatırıldı. Zirvede; su yönetimi ve politikaları, tuzlu suyun arındırılması, su israfına karşı alınacak önlemler, su ve enerji bağlantıları, suların yeniden dönüşümünün sağlanması, su stratejileri ve teknolojilerinin tarımda kullanımı, endüstriyel su kullanımı, iş yerlerinde etkili su tüketme yöntemleri tartışıldı.

 

KÖRFEZ İÇME SUYUNU DENİZDEN SAĞLIYOR

Dünyada içme suyuna olan ihtiyaç giderek artıyor. Bu konuda en büyük sorunu yaşayan ülkelerin başında Ortadoğu ve Körfez ülkeleri geliyor. Bugün Ortadoğu’da çeşitli boyutlarda farklı metotlarla işleyen 7500`den fazla deniz suyu iyileştirme tesisi bulunuyor. Bu ülkeler yılda 4-8 milyar metreküp deniz suyu tatlılaştırarak, kullanılabilir hale getiriyor.

 

Bu tatlılaştırmanın yüzde 60`ı Körfez ülkelerinde; yüzde 30`u Suudi Arabistan`da yapılıyor. Deniz suyu tatlılaştırılması, su temini çalışmalarında en pahalı yöntem olarak biliniyor.

 

Tahminler Ortadoğu ülkeleri olmak üzere su sıkıntısı çeken ülkeler, atık sulardan ve deniz suyundan içme suyu ve tarımsal su elde etmek için 2015 yılına kadar 12 milyar dolarlık yeni yatırımlar yapmaya hazırlandığını gösteriyor.

 

Çin, Suudi Arabistan, Amerika ve Avrupa devletlerinin başını çekeceği yatırımlarla atık su sektörünün pazar büyüklüğü şu anki 11 milyar dolar seviyesinden 23 milyar dolara çıkması bekleniyor.

 

Ancak bu sadece işin küçük bir parçası. 21. yüzyılın petrolü olarak adlandırılan suyun yarattığı sektör dünyada toplam 1 trilyon dolarlık hacme ulaşmış durumda. Dünyada 600 milyona yakın kişiye özel sektör tarafından su hizmeti veriliyor.

 

KAYNAKLARIN BİNDE 3’Ü İÇİLEBİLİR

Su canlıların yaşaması için hayati öneme sahip en önemli kaynaklardan birisi. Dünyanın yüzde 70`i sularla kaplı olmasına rağmen,  yeryüzündeki su kaynaklarının yaklaşık binde 3`ü kullanılabilir ve içilebilir özellik taşıyor. Dünya nüfusunun yüzde 40`ını barındıran 80 ülke ciddi miktarda su sıkıntısı çekiyor.

 

Nüfusun hızla artması, buna karşılık su kaynaklarının sabit kalması sebebiyle su ihtiyacı her geçen gün artıyor. Dünyadaki mevcut suyun hacmi 141 milyar metreküp olduğu tahmin ediliyor. Bu suyun yüzde 98’i okyanuslarda ve iç denizlerde bulunuyor. Fakat tuzlu olduğu için, içme suyu olarak kullanıma, sulamaya ve endüstriyel kullanıma uygun değil.

 

Dünyadaki suların ancak %2,5’i tatlı su özelliği taşıyor. Bunun da %87`si buzullarda, toprakta, atmosferde, yeraltı sularında bulunuyor ve pratikte kullanılabilir durumda değil. Bugün kullanılan su ihtiyacını yüzeysel sular ve yeraltı su kaynaklarından sağlanıyor.

 

Bugün dünyada toplam su tüketiminin sulamada kullanılan kısmı yüzde 73 düzeyinde. Bu kullanılabilir suyun yüzde 27.5 `i endüstri ve evsel ihtiyaçlarda tüketiliyor. Aşırı nüfus artışı suyun kullanım alanlarında büyük dengesizliklere neden oluyor. Son 20 yılda tarımda kullanılan su miktarındaki azalma nedeniyle tarımda kullanımı yüzde 70`den yüzde 63`e düşmüş evsel ihtiyaçlardaki su kullanım artışı yüzde 27.5 `ten yüzde 32`ye yükselmiş durumda.

 

Uzmanlar, 21. yüzyılın en büyük sorununun çölleşme, susuzluk ve açlık olduğu konusunda hem fikirdirler. Su sorununun 21 yüzyılın ilk 25 yılında daha da tırmanacağına dikkat çekiliyor. Su sorunu yaşayacak bölgelerin başında Afrika, Ortadoğu, Hindistan, Çin`in bir kısmı, Peru, İngiltere ve Polonya’nın geleceğini tahmin ediliyor.

 

Birleşmiş milletlerine bağlı su komisyonu yetkilileri, su eksikliği ve kirliliği ile ilgili hastalıkların dünyada yılda 5 ila 7 milyon insanın ölümüne yol açtığını bildiriyor. Komisyonun raporunda halen 29 ülkede 450 milyon insanın su sıkıntısı çektiği, bu sıkıntısını 2025 yılına kadar, 50 ülkede 2.3 milyar insanı etkileyeceği ileri sürülüyor.

 

Raporda dünya nüfusunun 3`te 2 `sinin yaşadığı bölgelere, tüm dünyaya yağan yağmurların 4`te 1`inin düştüğü de belirtiliyor. Bu da iklim değişikliklerinin en somut sonuçlarından birisi olarak gösteriliyor.

 

NÜKLEER RÖNESANS BEKLENTİSİ

Uluslararası alanda enerji talebinin artması ülkeleri nükleer enerji projelerine hız verme teşvik ediyor. 2013 yılı boyunca fosil yakıt fiyatlarında yaşanan artış 2014 enerji politikalarında nükleer enerjiye ağırlık verileceğine işaret ediyor. Uzmanlar, bugün nükleere sahip olmayan 45 ülkenin gelecek dönemde bu enerji kaynağını kullanmaya başlayacağını öngörüyor.

 

Globaldata araştırma kuruluşunun son raporu, tartışmalı enerji kaynağı nükleerle ilgili çarpıcı öngörülere yer veriyor. Küresel olarak 2000-2011 yılları arasında mütevazı bir büyüme gösteren nükleer, 2011’den 2012’ye geçerken ani bir düşüş yaşadı.

 

Ancak Globaldata`nın raporunda dünyada yeni bir “Nükleer Rönesans” yaşanacağının sinyalleri veriliyor. Bu kez nükleere yönelenler, gelişmekte olan ülkeler olacak. Rapora göre, 2020 yılına kadar 198 yeni reaktör ticari faaliyete başlayacak. 2020 yılına kadar nükleer santrallerden elektrik üretimi bugünkü 2,4 milyon gigavat saat seviyesinden, 3,1 milyon gigavat saate çıkacak. Dünya çapında nükleer enerji üretimi yüzde 30 oranında artacak.

 

Raporda, 2011 yılı mart ayında yaşanan Fukuşima Nükleer felaketinin ardından Almanya ve İsviçre gibi bazı ülkelerin nükleerden çekileceğini açıklamasına karşın, birçok ülke için nükleer enerjinin hala çok önemli olduğu vurgulanıyor.

 

DÜNYADA 438 NÜKLEER SANTRAL VAR

Japonya’da meydana gelen felaket, birçok ülkenin nükleer enerji kullanımına ışık tutmasına neden olmuş, özellikle Avrupa’da nükleerden çekilme dalgası doğurmuştu. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı verilerine göre ise, küresel düzeyde kurulu gücü 371 bin 562 gigawat olan 438 nükleer santral bulunuyor. Başlıca 30 ülke toplam enerji üretiminin yüzde 17,71`ini nükleerden sağlıyor.

 

Dünyada kurulu 438 nükleer santralin 272`si sanayileşmiş 7 ülkenin oluşturduğu G-7 ülkelerinde yer alıyor. Nükleer enerjinin en yoğun olarak kullanıldığı coğrafyaların başında ise Avrupa geliyor. Avrupa`da Fransa 59 nükleer santral ile lider konumundayken, onu 23 nükleer santal ile İngiltere izliyor. Amerika Birleşik Devletleri ise 104 nükleer santrali ile bu alanda lider konumda bulunuyor. Asya Kıtası`nda da Japonya`nın 56, Güney Kore`nin ise 20 tesisi var.

 

Nükleer enerjiye verilen önem ülkelerin bu alandaki projelerinde de kendini gösteriyor. Halen küresel düzeyde 36 bin 988 megawaat gücünde 45 nükleer santralin inşaasına devam ediliyor.

 

RÜZGARLAR YENİLEBİLİR ENERJİ İÇİN ESİYOR

Dünyada doğal olarak bulunabilen birçok kaynak aslında yenilenebilir enerji kaynağı.

 

Bunların başında rüzgâr, güneş, jeotermal, hidrolik ve biyokütle geliyor. Doğal, yenilenebilir, temiz ve sonsuz bir güç olan rüzgâr enerjisi ile ilgili en önemli sorun yatırım maliyetinin yüksek oluşu.

 

Ancak rüzgâr enerjisi, atmosferde bol ve serbest olarak bulunması, yenilenebilir ve temiz bir enerji kaynağı olması, tükenme ve fiyatının artma riskinin olmaması, dışa bağımlılık yaratmamasıyla tercih edilen yenilenebilir enerji kaynaklarından biri.

 

Türkiye de rüzgâr enerjisi potansiyeli yüksek olan bir ülke. Türkiye`de rüzgâr enerjisi santrallerinin toplam kapasitesi 2013,20 megawat olarak biliniyor.

 

Dünya rüzgâr enerjileri birliği göre Çin dünyadaki en büyük rüzgâr enerjisi pazarına sahip ülke. Çin`i, Amerika Birleşik Devletleri takip ediyor. Almanya, İspanya ve Hindistan ise rüzgar yoluyla enerji elde eden ülkelerin başında geliyor.

 

GÜNEŞ ENERJİSİ TÜRKİYE İÇİN ÖNEMLİ BİR SEÇENEK

Güneş enerjisi, çevresel olarak temiz bir enerji kaynağı olarak biliniyor. Türkiye`nin güneyi, güneş enerjisinin en verimli elde edilebileceği bölge. Bu çerçeve, Karaman, Van ve Antalya en çok güneş enerjisinin elde edilebileceği şehirlerarasında yer alıyor. Dünyada en çok güneş enerjisi kullanan ülkeler ise İspanya ve Almanya olarak biliniyor.

 

Bir diğer yenilenebilir enerji kaynağı ise jeotermal. Jeotermal enerjinin en çok bulunduğu bölge Pasifik Okyanusu çevresi. Bu bağlamda, Amerika kıtasının batı sahilleri ile, Uzak Doğu ve Avustralya arasında kalan bölge, volkanik aktivitelerin çok olması nedeniyle, jeotermal enerjinin en çok üretildiği yer olarak biliniyor.

 

Türkiye`nin jeotermal enerji potansiyeli 31 bin 500 megawatt. Direk ısı enerjisi olarak kullanım potansiyeli 2 bin 84 megawattken, elektrik üretimine uygun potansiyel ise bin 500 megawatt. Enerjinin çevresel kirliliğe yol açmadan sürdürülebilir olarak sağlanabilmesi için kullanılacak kaynakların başında biyokütle enerjisi geliyor.

 

Tükenmez bir kaynak olan biyokütle enerjisi aynı zamanda her yerden de elde edilebiliyor. Biyokütle enerjisi bu bağlamda kırsal kesimler başta olmak üzere sosyoekonomik gelişmelere de yardımcı oluyor. Biyokütle bitkiler, otlar, yosunlar, evlerden atılan tüm organik çöplerden oluşuyor.

 

YENİLENEBİLİR ENERJİ ÇEVRE DOSTU

Enerji ihtiyacının arttığı günümüzde yenilenebilir enerji kaynakları fosil yakıtlara önemli bir ALTERNATİF olarak değerlendiriliyor. Güneş, rüzgâr ve jeotermal enerji gibi çevreye daha az zarar veren yenilenebilir enerji kaynakları ithal yakıtlara olan bağımlılığı da ortadan kaldırıyor.

 

Diğer yandan fosil yakıtların çıkartılması için gerekli olan sondaj çalışmalarının yarattığı çevre kirliliğinin de önüne geçilmesine olanak tanıyor. Yenilenebilir enerji kaynakları aynı zamanda önemli bir yatırım aracı olarak da değerlendiriliyor.

 

Uzmanlar bu alana yapılacak yatırımların ekonomik krizden çıkmak için önemli bir rol üstleneceği görüşünde. Avrupa Birliği, 2020 yılında enerji üretiminin yüzde 20`sini, yenilenebilir enerji kaynaklarından elde etmeyi öngörüyor. Yenilenebilir enerji yatırımlarına öncelik veren bir başka ülke ise Amerika Birleşik Devletleri.

 

BAE UÇAKLARDA BİYOYATIK KULLANACAK

Washington yönetimi henüz KYTO Protokolü’nü imzalamamış olsa da yerel yönetimler bu alandaki çalışmalara ağırlık veriyor. Kaliforniya`da enerji üretiminin yüzde 10`u yenilenebilir kaynaklardan sağlandı. Bu rakamın 2017 yılında yüzde 20`ye çıkarılması planlanıyor.

 

Yalnızca yerel yönetimler değil iş dünyası da bu alandaki çalışmalarına hız verdi.

 

Türkiye ise yenilenebilir enerjinin üretimdeki payını arttırmak için çalışmalarını sürdürüyor. Geçtiğimiz yıl yenilenebilir enerjinin birincil enerji üretimdeki payı yüzde 6.5 oldu. Elektrik üretimindeki payı ise yüzde 24. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı`nın hedefi bu rakamın 2023 yılında yüzde 30`a çıkarmak.

 

Yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapan bir başka ülke ise Birleşik Arap Emirlikleri.

 

Dünyanın en büyük petrol rezervlerinden birine sahip olan Abu Dabi yönetimi ticari uçuşlarda biyoyakıtların kullanılması için çalışmalara başladı. Projenin 5 yıl içinde hayata geçirilmesi bekleniyor.  Ancak yatırımlar hala beklenen düzeyde değil. Zira günümüzde küresel enerjinin yüzde 80’i fosil yakıtlardan elde ediliyor.

 

TÜRKİYE 4 MİLYARLIK YATIRIM YAPACAK

Coğrafi konumu ve doğal kaynakları nedeniyle yenilenebilir enerji üretimi konusunda yüksek potansiyele sahip olan Türkiye`de bu alana yapılan yatırımlar giderek artıyor. Türkiye’de yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelik yatırımların odak noktası Doğu ve Güneydoğu Anadolu.

 

Hükümet bu bağlamda 10 yıla yayılmak üzere 4 milyar dolarlık yenilenebilir enerji kaynağı yatırım yapılmasını planlıyor.  Bu yatırımın yüzde 80`i Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki illerde yapılacak. Türkiye, rüzgâr enerjisinde 2013`te Türkiye toplam olarak 2.013 megavat kurulu güce ulaştı.

 

Jeotermal enerji alanındaki yatırımlarda da önemli sonuçlar elde ediliyor. Jeotermal elektrik üretiminde 550 megavat kurulu güce sahip olan Türkiye`de; 500 bin konut ısıtması, 400 kaplıca, 2.000 dönüm sera ısıtması gerçekleştiriliyor. Türkiye güneş-ısı dönüşümlerinde de Çin ve AB ülkelerinden sonra 3. sırada.

 

ELEKTRİK TÜKETİMİ 2023’TE 2 KART ARTACAK

Dünyada nüfus artısı, kentleşme ve sanayileşme olguları, küreselleşme sonucu artan ticaret olanakları, doğal kaynaklara ve enerjiye olan talebi giderek artırıyor. Su kaynaklarının verimli kullanılması enerji üretimi açısından büyük önem taşıyor. Dünya elektrik üretiminin yüzde 17`si hidroelektrik enerjisi tarafından karşılanıyor. Su kaynakları açısında zengin olan Türkiye için de tablo farklı değil.

 

Enerji Bakanlığı verilerine göre Türkiye elektrik tüketimi 230 milyar kilovatsaat düzeyinde.

 

Tahminler bu tüketimin 2023 yılında 450 milyar kilovatsaat olacağı yönünde. Bakanlık verileri Türkiye toplam elektrik kurulu gücünün 55.380 megavata ulaştığını gösteriyor.

 

Bu toplam içinde, termik yakıtlı santralların payı yüzde 63, yenilenebilir yakıtlı santralların payı yüzde 37 düzeyinde.

 

Türkiye`de üretilen elektrik üretim sürecinde yüzde 70 termik ve yüzde 30 yenilenebilir enerji kaynakları kullanılıyor. Yenilenebilir enerji potansiyeli içinde en önemli yeri tutan hidrolik kaynakları Türkiye’de 433 milyar kilovatsaat düzeyinde. Türkiye’nin hidroelektrik potansiyeli dünya potansiyelinin yüzde 1’i, ekonomik potansiyeli ise Avrupa ekonomik potansiyelinin yüzde 16’sı durumunda.

 

HEDEF AVRUPA’NIN DÖRDÜNCÜ ANA ARTERİ

Türkiye petrol ve doğalgaz rezervlerinin dörtte üçüne sahip olan bir coğrafyanın ortasında yer alıyor. Bu tablo Avrupa`daki tüketici pazarları arasında jeo-stratejik önemi arttırıyor. Hedef; Rusya, Norveç ve Cezayir’den sonra doğalgazda Avrupa’nın dördüncü ana arteri olmak.

 

Doğu-Batı ve Kuzey-Güney ekseninde önemli bir enerji terminali olma hedefine yönelik çalışmalar ise sürüyor. Doğu-batı enerji koridorunun en önemli bileşenini oluşturan Bakü-Tiflis-Ceyhan ham petrol boru hattı projesi üzerinden yapılan petrol ihracatı 1,5 milyar varil düzeyinde.

 

Kerkük-Ceyhan/Yumurtalık ham petrol boru hattıyla, Kerkük’te üretilen petrol Ceyhan terminaline sevk ediliyor. Dünyadaki günlük petrol tüketiminin yaklaşık yüzde 3,7’sinin türk boğazları yoluyla taşınması nedeniyle, enerji güvenliği açısından, boğazların ayrı bir önemi bulunuyor. İstanbul Boğazı’ndan geçen petrol ve petrol ürünlerinin miktarı 1996 yılında 60 milyon ton olurken, bugün 200 milyon tona yaklaşmış durumda.

 

TÜRKİYE GEÇİŞ MERKEZİ KONUMUNDA

Doğu-Batı Enerji Koridoru’nun önemli bir noktası Bakü-Tiflis-Erzurum doğalgaz boru hattı, 3 Temmuz 2007`de faaliyet geçti. Hazar Denizi’nin Azerbaycan’a ait kesiminde yer alan Şahdeniz sahasının geliştirilen bölümünden çıkarılan doğalgazı Türkiye bu hat üzerinden tedarik ediyor.

 

Bakü-Tiflis-Ceyhan, Kerkük-Yumurtalık ve Samsun-Ceyhan petrol boru hatları Türkiye`yi bir enerji koridoruna çeviriyor. Ceyhan ve Yumurtalık terminalleri gelecek yıllarda Hazar ve Ortadoğu petrollerinin dünyaya açıldığı en önemli merkezlere dönüşecek.

 

Ancak Türkiye, sadece çevresindeki petrol zenginliğiyle değil, doğalgaz rezervlerine olan yakınlığı ile de enerji koridoru olma yolunda ilerliyor. Özellikle Nabucco projesi, Avrupa`nın arz çeşitliliği sağlaması ve Rusya`ya olan bağımlılığını azaltması açısından büyük önem taşıyor.

 

Doğalgaz konusunda atılan büyük bir adım ise Azerbaycan gazını dünya pazarlarına ulaştıracak olan Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi, TANAP. Hat, gazın Azerbaycan`dan çıkarak, Gürcistan`dan geçip Türkiye üzerinden dünya pazarlarına ulaştırılmasını öngörüyor.

 

NÜKLEER İLK DEFA ECEVİT GÜNDEME GETİRDİ

Türkiye`nin nükleer macerası 40 yılı aşkın bir süredir devam ediyor. Türkiye nükleer santral kavramıyla ilk olarak 1968 yılında tanıştı. O yıl, Türkiye’nin talebiyle ABD ve İspanyol firmaları fizibilite çalışması yaptı. Yapılan çalışmalar sonrasında önerilen ise 400 megawatlık doğal uranyum kullanımlı santraldi.

 

1975 yılında Bülent Ecevit`in başbakanlığı döneminde nükleer santral konusu yeniden gündeme geldi. Ancak finansman sorunu çalışmaların bir kez daha rafa kaldırılmasına neden oldu. Mersin Akkuyu`nun yer lisansı da ilk kez 1976 yılında alındı. 14 bin hektarlık bir alan kamulaştırıldı ve etrafı tellerle çevrildi. Ancak bölgede 30 yıldan uzun bir süredir yaprak kıpırdamadı.

 

ÖZAL DA GÜNDEME GETİRDİ AMA RAFA KALKTI

1982-1985 yıllarında, Turgut Özal döneminde, Yap-İşlet-Devret modeliyle nükleer santral yapılması gündeme geldi. Ancak beklentiler yine hayata geçemedi. 1998-2000 yıllarında, yine Bülent Ecevit`in başbakanlığı döneminde nükleer santral tartışmaları yeniden Türkiye`nin gündemindeydi. Ancak araştırmalarla ilgili yolsuzluk iddiaları nedeniyle dosya kapatıldı.

 

Son dönemde hızlanan çalışmalarla somut adımlar gelmeye başladı. 2010 yılında Türkiye ile Rusya arasında Mersin-Akkuyu’da nükleer santral kurulmasına ilişkin hükümetler arası anlaşma imzalandı. Gerekli lisans çalışmaları tamamlandığında 2019 yılında ilk ünite devreye alınarak ilk nükleer elektrik üretimi yapılacak.

 

Sinop’ta ikinci nükleer santral projesi için Kanada, Güney Kore, Japonya ve Çin ile görüşüldü. Santralle ilgili anlaşma ise Başbakan Erdoğan`ın son Japonya ziyaretinde imzalandı. 4 üniteden oluşacak santralin kurulu gücü 4 bin 480 megavat olacak 2023 yılında faaliyete girmesi planlanan santralin 22 milyar dolara mal olması bekleniyor. Santralin son ünitesinin ise 2028’de üretime geçmesi planlanıyor.

 

SU SAVAŞLARI SADECE BİR SENARYO MU?

Su kaynaklarının azalmasıyla birlikte dünyanın yeni savaşlara sahne olacağı konusunda sayısız senaryo mevcut. Bu öngörülerden biri de amerikan istihbaratına ait. Amerikan Ulusal İstihbarat Müdürlüğü`nün geçen yıl dünya su günü nedeniyle hazırladığı rapora göre; içme suyu kaynakları, 2040 yılına kadar küresel talebe cevap veremeyecek duruma gelecek.

 

Raporda, yaşanacak azalmanın olası sonuçlarına dair değerlendirmeler de var. Buna göre; su kaynaklarına ilişkin sıkıntı, gelişmekte olan ülkelerin hidroelektrik santrallerden enerji elde etmesini güçleştirecek ve bu durum ülkelerin ekonomik potansiyellerini olumsuz etkileyecek. Yeraltı su kaynaklarına aşırı yüklenilmesi de, toprağın kalitesini bozacak, buna bağlantılı olarak gıda üretimi düşecek ve bu durum sosyal patlamalara yol açabilecek.

 

SU SİLAH HALİNE GELECEK

Raporda; gelecek 10 yıl için su savaşları öngörüsü yapılmasa da, hâlihazırda 7 milyar olan dünya nüfusundaki artış sürdükçe, su kaynaklarında yaşanacak azalma ve kirlenmenin ortaya yeni sorunlar çıkaracağı aşikâr.

 

Öyle ki, 2030`da su talebi ile arzı arasındaki fark, yüzde 40`a çıkacak. Küresel ısınmasının su kaynakları üzerindeki etkisini, 2040`tan sonra daha da artırması bekleniyor. Dolayısıyla su, gelecek yıllarda uluslararası ilişkilerde daha belirgin bir silah ya da baskı unsuru haline gelecek.

 

ABD SU TASARRUFU ÖNERİYOR

Amerikan Dışişleri Bakanlığı tarafından özel olarak incelendiği belirtilen söz konusu rapor bir tavsiyeye de yer veriyor. Suyun yüzde 70`i tarım alanında tüketildiği hatırlatılıyor ve bu yüzden tarımsal teknolojinin geliştirilmesi, kentlerde ise su tasarrufuna gidilmesi öneriliyor. Raporda; su kıtlığının en şiddetli hissedileceği bölgeler Ortadoğu, Güney Asya ve Kuzey Afrika olarak sıralanıyor.

 

Su kaynaklarının yeryüzünde dağılımı:

Kıtalar

Nüfus

(yüzde)

Su Kaynağı

(yüzde)

Kuzey Amerika

8

15

Güney Amerika

6

26

Avrupa

13

8

Afrika

13

11

Asya

60

36

Avustralya

ve adalar

1

5

Kaynak: Birleşmiş Milletler

 

Dünyanın teknik hidroelektrik kapasitesi 14,2 trilyon kWh/yıl.

 

Türkiye`nin kullanılabilir su potansiyeli 110 milyar metreküp. Bunun yüzde 16`sı içme ve kullanmada, yüzde 72`si tarımsal sulamada, yüzde 12`si de sanayide tüketiliyor.

 

KAYA GAZI DOĞALGAZA ALTERNATİF OLDU

Son yıllarda düzenli olarak artan petrol fiyatları, tüketici ülkeleri yeni kaynaklar aramaya itiyor. Bunlardan biri de kaya gazı. Petrol ve doğalgazın ALTERNATİFİ olarak görülen kaya gazı, kayaçların gözeneklerinde yer alan küçük miktardaki doğalgazlara verilen isim.

 

Bu yeni enerji kaynağı, Türkiye gibi dışa bağımlı ülkeler için de yeni bir umut. İşlenişindeki yüksek maliyet, kaya gazını henüz gerçek anlamda bir ALTERNATİF haline getiremedi.

 

Ancak Rusya`nın bölgesel etkinliğini kırmak isteyen Amerika Birleşik Devletleri bu alanda hatırı sayılır çalışmalar yapıyor. 2000`lerde başlattığı kaya gazı çalışmalarıyla bugün kaya gazı ihracatçısı durumuna gelmiş olan ABD`de, bin metreküplük gazın fiyatı 90 dolara satıyor.

 

TÜRKİYE’NİN 13 TRİLYON METREKÜP REZERVİ VAR

Bu durum dünyanın en büyük gaz ihracatçısı Rusya`yı tedirgin ediyor. Rus uzmanlar 2016 sonrasında bu nedenle doğalgaz fiyatlarının düşeceğini öngörüyor. ABD, kaya gazı işletim teknolojisini Ukrayna ve Türkiye gibi ülkelerle paylaşarak Rusya`ya olan bağımlılığın sona ermesi yönünde çaba sarf ediyor.

 

Ukrayna, elindeki 113 milyar metreküplük rezervi değerlendirmek, Rusya’ya bağımlılığı azaltmak amacıyla son yıllarda Batılı petrol-gaz şirketleriyle görüşüyor, bunlarla anlaşma yapmak için olağanüstü çaba harcıyor. Çalışmalar Türkiye’nin rezervinin 13 trilyon, üretilebilir miktarın ise 1,8 trilyon metreküp düzeyinde olduğunu gösteriyor. Bu, 40 yıllık ihtiyacı karşılayabilecek bir büyüklük. (Kaynak: Kuzey Haber Ajansı)

www.dunyabulteni.net / ekonomi

04.02.2014

 

BU BÖLÜMDEKİ DİĞER BAZI BAŞLIKLAR