KÜRESEL ISINMAYA DAİR BAŞLICA TARTIŞMA KONULARI VE ŞEHİR EFSANELERİ

 

Bugüne kadar iklim değişikliğini Kyoto Protokolü ekseninde tartıştık. Protokolün onayı o kadar zaman aldı ki, mesele yalnızca uluslararası bir sorun olarak algılandı. Politikacıların iklim değişikliğine karşı alınacak önlemleri, ulusal kalkınmanın önünde bir engel olarak

göstermeleri ya da yalnızca bireyleri sorumlu tutmaları da konunun yerel yönetimler ölçeğinde tartışmaya açılmasını engelledi. Buna rağmen bugün dünyada iklim değişikliğini önlemek için harekete geçen yerel yönetimler azımsanamayacak bir sayıya ulaştı. Öyle ki, yerel yönetimleri yönlendirmek için çeşitli organizasyonlar kurulduğu gibi belediye başkanlarını bir araya getiren ulusal ve uluslar arası girişimler de bu küresel soruna çözümler

arayan önemli aktörler haline geldi.

 

Öncelikle şunu belirtmeliyiz: İklim değişikliği küresel bir sorundur. Birleşmiş Milletler Genel

Sekreteri Ban KiMoonʼun deyimiyle, iklim değişikliği bu kuşağın çözmesi gereken en büyük

sorundur. Nasıl ABDʼnin Seattle kentinde gereksiz yere harcanan enerji, Konyaʼda bir köyün

kuraklıkla mücadele etmesine ya da Doğu Anadoluʼda sel felaketlerine neden oluyorsa,

İstanbulʼda yakılan kömür de (ya da Çanakkaleʼde çalışan bir termik santral) Afrikaʼda daha

çok insanın içme suyu ve gıda sıkıntısıyla karşı karşıya kalmasına veya Pasifikʼteki ada

ülkelerinin sular altında kalmasına neden olabiliyor. Kısacası dünyadaki tüm insanların kaderi

aynı tehlike karşısında ilk kez bu kadar birbirine bağlı.

 

İklim değişikliğine neden olan karbondioksit salımlarını düşürmek yönünde atılan her adım,

tüm insanlığa fayda getiriyor. Dolayısıyla, yerel, ulusal ya da uluslararası olsun dünyadaki

tüm liderler bu büyük tehdide karşı bizleri korumak için sorumlu. atılması gereken adımlar,

toplumsal refah, istihdam, kaliteli yaşam ve daha temiz bir hava ve ekonomi için de çözümleri

beraberinde getiriyor.

 

Ama önce harekete geçmeye hiç de niyetli olmayan politikacıların Türkiyeʼde yarattıkları önyargılara ve “şehir efsanelerine” yanıt verelim:

 

ŞEHİR EFSANESİ 1. İklim değişikliği ile mücadele etmek ekonomik kalkınmaya engeldir.

Tam tersine iklim değişikliği ile mücadele etmek ekonomik kalkınma için bir fırsattır. Önemli bir örnekle başlayalım. Greenpeaceʼin, ICF Internationalʼa yaptırdığı

araştırmaya göre, çiçeği burnunda ABD Başkanı Obamaʼnın ekonomiyi canlandırma paketi milyonlarca yeni iş olanağı yaratmakla kalmıyor aynı zamanda enerji

verimliliği ve yenilenebilir enerji üretimine ödenek oluşturarak 61 milyon metrik ton karbondioksit tasarrufu sağlıyor. Bu tasarruf, 13 milyon otomobilin yarattığı iklim

kirliliğine eşit. [1] Massachusetts Üniversitesiʼnde yapılan bir araştırmaya göre, enerji verimliliği uygulamalarına (bina yalıtımı, akıllı şebeke sistemleri) yapılacak yatırım,

nükleer enerji yatırımlarına oranla 4.4, kömürden elektrik elde edlmesine yönelik yatırımlara oranla 2.6 kat daha fazla istihdam yaratıyor. [2]

 

Dünya Bankası eski başekonomisti Sternʼin hazırladığı rapora göre iklim değişikliğiyle mücadele edilmediği takdirde Büyük Depresyon veya iki dünya savaşından daha büyük bir ekonomik kriz bizi bekliyor. Üstelik bu kalıcı olacak. Zira dünya ekonomisi en az %5-20 oranında küçülecek. Sternʼe göre, eğer yeşil yatırımlara hız verilirse hem ekonomi canlandırılabilir hem de iklim krizi aşılabilir. [3]

Almanya, yenilenebilir enerji yatırımlarında lider ülkelerden biri. 2007 yılında elektrik üretiminin %14ʼü rüzgâr ve güneş gibi yenilenebilir kaynaklardan sağlanıyor. Oysa bu üretim, elektrik faturalarına sadece %5 oranında yansıyor.1 Almanya Çevre Bakanıʼnın da kaydettiği gibi yenilenebilir enerjiler sadece iklim değişikliğiyle mücadele etmekle kalmıyor aynı zamanda ülkenin enerji bağımsızlığına ve istihdam yaratmaya da katkıda bulunuyor. Üstelik yenilenebilir enerjiler petrol fiyatlarına bağımlı bir ekonomiden de kurtulmamızı sağlıyor.[4]

1. Yenilenebilir enerji fiyatlarına yönelik kesin maliyet rakamları vermek zordur çünkü kuruldukları bölgenin teknik özelliklerinden, bağlı oldukları ülkenin yenilenebilir enerji politikalarına kadar pek çok faktör maliyetlerde rol oynar.

Örneğin, Almanyaʼda rüzgâr enerjisinden üretim kWs başına 8 cent civarındayken Trükiyeʼde 4-5 cent arasındadır.

Buna karşılık rüzgâr enerjisi teknolojisinde ve türbin üretiminde son derece ileride olan Almanyaʼda 2020 yılında bile rüzgâr elektiğinin bu seviyeye düşmesi beklenmemektedir. Bugün rüzgâr teknolojisi endüstrisi emekleme döneminde olan Türkiyeʼde maliyetlerin ucuz olmasının nedeni pek çok bölgesinde rüzgâr gücünün daha fazla olması ve bu nedenle türbinlerin daha verimli çalışmasıdır. Buna karşılık çok daha güçlü rüzgâr potansiyeli olan İngiltereʼde maliyetler daha yüksektir. Bunun nedeni ise İngiltereʼnin yenilenebilir enerjilere yönelik politikalarının zayıflığıdır. İngiltereʼde yatırım riski nedeniyle kredi maliyetleri yüksektir.

 

ŞEHİR EFSANESİ 2. Küresel ısınma konusunda Türkiye diğer ülkelere göre daha masumdur.

İklim değişikliğine neden olan gazların salımında Türkiye sorumsuz değildir, tam

tersine hızla harekete geçmesi gereken ülkelerden biridir. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) Genel Sekreterliğiʼnin son raporları incelendiğinde toplam seragazı salımları bakımından Türkiyeʼnin 19. sırada geldiği görülür.2 [5] Türkiye, salımlarını 1990 yılından bu yana %95 artırarak, Ek-1 listesi (tüm OECD ve Sovyetler Birliğinʼden sonraki geçiş ekonomileri) içinde olumsuz yöne doğru bir şampiyonluğu göğüslemektedir! Çevre ve Orman Bakanlığıʼnın yayınladığı sözde İklim Eylem Planı hayata geçerse Türkiye 2020 yılına gelmeden, Almanyaʼdan sonra tüm Avrupaʼdaki en fazla salım yapan ülke haline gelecek.

 

Bu can sıkıcı tablodan sonra belirtmeliyiz ki, Türkiye ne ABD kadar suçlu, ne de Afrika ülkeleri kadar masum. Ancak, UNDPʼnin son İnsani Kalkınma Raporuʼnun da belirttiği gibi dünyanın OECD ülkeleri kadar karbon salımı yapacak kapasitesi yok. Eğer tüm ülkeler bu seviyeye ulaşırsa birkaç tane daha gezegene ihtiyacımız olacak. Bu nedenle sorumluluklarımız elbette Almanya veya ABD gibi büyük olamaz ancak Afrikaʼda pek

çok ülkenin insani bir yaşama kavuşmak için gereken salım artırma hakkını da onlardan

çalamayız. Dünya, Kopenhag sürecinde “sorumlular” ve “sorumsuzlar” olarak ikiye

ayrılamayacak kadar hızla iklim felaketine doğru sürükleniyor.

Çeşitli çalışmalar sorumluluklarımızı hangi ölçütlere göre alabileceğimizi daha açık biçimde

ortaya koyuyor [6]. Bunlara göre iklim değişikliği ile mücadelede ne kadar sorumluluk

alacağımız, sadece kişi başına veya toplam salımlara göre değil, ülkenin kapasitesine (kişi

başına milli gelir gibi ölçütler devreye sokularak) ve potansiyeline (karbon yoğunluğuna

bakılarak) göre de belirlenmelidir. Bu üç ölçüt her ülkenin sorumluluk miktarını daha adil biçimde belirleyebilir. Dolayısıyla Kopenhag sürecinde dünyayı iki gruba değil, beşʼten fazla gruba ayırabiliriz. Türkiye, en çok sorumluluk alması gereken birinci grupta olmayabilir. Ama hiç sorumluluğu olmayan son grupta da bulunmayacak. Sonuç olarak, 2012 sonrasına bugünden hazırlanmaya başlamak Türkiyeʼnin hayrına olacaktır.

 

ŞEHİR EFSANESİ 3. İklim değişikliği ile mücadele bireylerin sorumluluğudur.

İklim değişikliğiyle mücadele, öncelikle liderlerin sorumluluğudur; sadece bireylerin değil:

Bireylerin karbon ayak izleri; bir ülkede yürütülen enerji politikalarına, yatırımlar için otoyol mu yoksa demiryolu mu yapılacağına dair siyasi tercihlere, o ülkenin sanayisinin ne kadar verimli olduğuna ve otomobil veya elektrikli ev aletleri gibi enerji tüketen cihazların yasal

standartlarına bağlı olarak değişim gösterir. Söz konusu ülkenin elektrik şebekelerindeki kayıp oranları ile elektriğini ne oranda kömürden ne oranda yenilenebilir enerjilerden karşıladığı da, kişi başına salım oranlarını etkiler. Oysa bahsi geçen hiçbir tercihten doğrudan doğruya birey sorumlu değildir. Klasik demokrasi tanımında söz konusu olduğu gibi, bireyler bu sorumluluğu oy vererek siyasi liderlere devreder. Liderlerin sorumluluğu ise topu bireylere

atmak ve basın açıklamalarında “Düdüklü tencere kullanın” demek değil, iklim değişikliği felaketlerinden seçmenlerini koruyacak doğru enerji stratejileri geliştirmek, artık önleyemeyeceğimiz iklim etkilerine yönelik uyum programları başlatmak ve halkı –atıklarını

ayırmaları, enerji ve su tasarrufu yapmaları vs. için eğitmektir.

Bu sorumluluk hem iktidar partisinin ve hükümetin, hem muhalefet partilerinin, hem

milletvekillerinin, hem de belediye başkanlarının sorumluluğudur. Halkın üzerinde etkisi

tartışmasız olan dini ve sosyal liderlerin de iklim değişikliği ve çözümlerine yönelik halkı

bilinçlendirmede rolü olmalıdır. Liderlerin sorumluluklarını şöyle sınıflandırabiliriz:

İklim değişikliğini engellemede uluslararası ortak çabaya dahil olmak; iklimi değiştiren gazların salımlarını azaltmak üzere politika geliştirmek; yasal hedefler oluşturmak; bu hedeflere ulaşmak üzere strateji ve eylem planları geliştirmek; bu planları uygulamaya sokmak ve planlara halkın da katılabilmesi için eğitim programları başlatmak.

İstanbul, Türkiye greenpeace.org.tr

BU BÖLÜMDEKİ DİĞER BAZI BAŞLIKLAR