Araştırma ile sanayii buluşturan teknoloji merkezleri, Türk bilişim ve telekomünikasyon sektörüne ciddi ivme kazandırıyor. Hannover CeBIT Fuarına katılan teknopark temsilcileri, DW’ye değerlendirmelerde bulundu.

 

İstanbul Teknik Üniversitesi Maslak Yerleşkesi`nde bulunan ARI Teknokent, çalışmaları 1997 yılında başlatılan, Türkiye`nin en eski teknoloji merkezlerinden. ARI Teknokent’in İş Geliştirme Müdürü Arzu Eryılmaz, günümüzde bu tür yapılanmalarin taşıdığı stratejik öneme işaret ediyor: Kendi teknolojisini geliştirebilen ülkelerin, Ar-Ge anlamında, inovasyon anlamında gelişmiş ülkelerin lider olduğunu, bağımsız olduğunu, diğerlerinin ise onlara muhtaç olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla günümüzde kendi teknolojisini geliştiriyor olabilmekle bağımsız olabilmek neredeyse eş anlamlı.“

 

Yasal düzenlemenin etkisi

2001 yılında çıkarılan “Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu”, teknoparkların Türkiye’deki gelişimi açısından dönüm noktası oldu. Girişimci açısından vergi kolaylıkları ve teşviklerle çekim merkezi olan bu bölgelerde faaliyet gösteren şirketler, sinerji efektinden yararlanıyor:

 

„Artık bir kavram, bir deyim çıktı teknokent firmaları arasında: ‚teknokente giren ihale, teknokentten çıkmaz` diye. Komşunuz bir ihale alıyor, ‚ben A kısmını yaparım, diğer kısmı sen üstlenebilir misin’ diye teklif getiriyor. Sonuçta teknoparka girebilmek de kolay değil; kalifiye firmalar ancak kabul ediliyor. O yüzden güvenilir, birbirini tanıyan firmalar, projeleri beraber, işbirliği halinde tamamlıyorlar.“

 

2002 yılında kurulan Labris Teknoloji şirketinin gelişiminde ODTÜ Teknopark büyük rol oynadı. Labris yöneticisi Ertuğrul Kara, şirketin günümüzde 8 farklı ülkeye ihracat yaptığına dikkat çekiyor. Kara, „Şu anda tamamen, yüzde 100 bir Ar-Ge şirketiyiz. Herhangi bir al-sat operasyonumuz yok, kendi ürünlerimiz dışında. Ve bundan dolayı da teknoparktan çıkan, çıkması gereken şirketlere çok güzel bir örnek olduğumuzu düşünüyoruz“ diye konuşuyor.

 

Teknoloji geliştirme kültürü

Kara, teknokentlerin „içeriğinin doldurulması gerektiğine“ dikkat çekiyor. Merkez dışında Ar-Ge yapıp teknokentlerde sadece vergi teşviğinden yararlananlar var. Kara, „Biz buna karşıyız. Teknokentlerin amacına yönelik çalışma yapılması gerekiyor. Orada olan şirketin başta girişimcilere destek vermesi gerekiyor, girişimci bir şirket olması gerekiyor, o da olmazsa yüzde 100 Ar-Ge yapması gerekiyor. Çünkü bunun amacı bu“ diyor.

 

IT güvenliği alanında çözümler geliştiren Labris yöneticisi Ertuğrul Kara, teknoparkların teknoloji geliştirme kültürünün genişlemesine ön ayak olduğunu vurguluyor: „Bir sebep oldu, ateşleyici faktör oldu teknoloji geliştirme bölgeleri. O nedenle, iyi bir planlamayla daha da iyi bir noktaya geleceğimizi düşünüyoruz“

 

Kara, bilgi çağını yakalama hedefi güden Türkiye`nin önemli bir noktayı gözden kacırmaması gerektiğini belirtiyor: „Bu gençlere teknolojiyi kullanmayı değil, teknoloji üretmeye teşvik etmemiz lazım. User değil, üretici, developer geliştirmemiz lazım.“

 

Katalizör ihtiyacı

Teknopark İstanbul, Avrupa yakasında planlanan yeni bir teknoloji üssü. Kurucuları arasında Savunma Sanayii Müsteşarlığından İstanbul Ticaret Odasına bir dizi kamu kurumu ve meslek örgütü yer alıyor. Savunma Sanayii Müsteşarlığından Oğuz Alpay Aydın, „başka bir teknoloji üssüne daha ihtiyaç var mı?” şeklindeki sorumuza şöyle yanıt veriyor:

 

“Bilgi birikimi ve mühendislik gücü olarak Türkiye yeterince iyi seviyede. Ama bunu ürüne dönüştüremiyoruz. Bunun ürüne dörüşmesi için tetikleyici bir katalizöre ihtiyacımız var. Teknopark İstanbul olarak da bu boşluğu doldurmak istiyoruz.“

 

Teknopark İstanbul yetkilisi Atanur Osmançavuşoğlu ise teknoloji merkezinin kuruluşunda çevreci ilkelerin esas alınacağını kaydediyor. Toplam 250 hektarlık alanın 100 hektarlık kısmını ormanlık alanın oluşturduğuna işaret eden Osmançavuşoğlu, konseptin yeşil alanın korunmasını öngördüğünü belirtiyor.

www.dw-world.de/dw

04 Mart 2011

BU BÖLÜMDEKİ DİĞER BAZI BAŞLIKLAR