Güneşi ısıtmak gerekmez …

Samsun’u Termik Santraller ile donatmak isteyen zihniyete çevrecilik, insan sağlığı, ekolojik dengeler gibi temel zorunlulukların dışında bir takım realiteleri dilimiz döndüğünce birkaç bölüm halinde ifade ederek, ilgili ve bilgililere seslenmek istiyoruz. 

 

Samsun’un temel sorunlarından birisinin de, bölgemizde oluşturulması planlanan Termik Santrallerdir. Geçmişte Mobil Santraller ile ilgili özellikle Sivil Toplum Örgütlerinin koordinasyonu ile adliye koridorlarına taşınan projenin iptal edilmesi, kentimizin geleceği için önemli bir adım olmuştur. Çünkü adı her ne kadar Mobil Santral yani taşınabilir ve başka bir yere monte edilebilir şeklinde ifade edilmiş olsa da, ilimizde kurulması gündeme gelen Mobil Santralin taşınabilir boyutta olmadığı da ayrı bir gerçektir. Bu bela atlatılmakta iken bu kez de yine Samsun ve çevresinde 6 adet termik santrallerin kurulması gibi bir kaos ortaya çıkmıştır. Söz konusu santrallerin kurulması için, arazi sahibi köylü ve çiftçilerimize, kurulacak olan santrallerde herkese iş sağlanacağı vaat edilmiş ve araziler bu şekilde ellerinden alınmıştır.

 

Tüm dünya’da olduğu gibi enerji üretimi elbette bir ülkenin birinci derecede aşılması gereken bir sorunudur. Bu nedenle enerji elde edebilmek adına çeşitli metotlar ile enerji üretme santralleri kurulur ve elde edilen enerji ile de sanayileşme ve kalkınma yönünde önemli adımlar atılır. Atatürk, bu konuda “Enerji sanayileşmenin ve kalkınmanın temel taşıdır” ifadelerini kullanmıştır.

 

Türkiye’de elektrik enerjisinin yaklaşık % 65’i Termik Santraller ile üretilmektedir. Elektrik üretiminin önemli bir bölümü doğalgaz çevrim santrallerinden sağlanmakla birlikte, Termik Santrallerin ana maddeleri  doğalgaz, Linyit, Fuel Oil, Hidrolik ve Taş kömür’dür. Isı enerjisinin elektrik enerjisine dönüşebilmesi için bu hammaddelerin kullanılması zorunludur. Ülkemizde 2005 yılına kadar enerji üretiminin % 45’i doğalgazla sağlanmıştır. 

 

Termik santrallerin kurulumu düşük maliyetler ile gerçekleşmekte ancak kullanılan hammaddelerin pahalı olması nedeniyle enerji üretimi pahalıya mal olmaktadır. Ülkemizde bu kaynakların yeterli olmaması nedeniyle dışa bağımlılık gibi bir zorunluluk yaşanmakta ve dolaysiyle enerji üretimimizde iplerimiz Rusya ve İran gibi ülkelerin elinde bulunmaktadır. Linyit, taş kömür gibi materyaller kullanılarak kurulacak olan termik santraller için bölge halkından gelen tepkiler karşısında, çoğu kez projeyi yürüten kuruluşlar o bölgeye bir çimento fabrikası kurarak bir istihdam yaratılacağı ve hatta bu fabrikanın bölgede yaşayanlara hibe edileceği palavraları atılır. Çünkü 100 MW’lık bir santralde 500 ton yakıt tüketilmesi gerekir. Buradan çıkacak küller ise çimento fabrikalarında değerlendirilebilir. Bu da olayın değişik bir boyutudur.

 

Türkiye’de Termik Santrallerin dezavantajlarını ifade edebilmek için verilebilecek en iyi örnek Türkiye’nin en büyük santrali olan Afşin-Elbistan Termik Santrali’dir. Bilindiği üzere bu santralde A ve B olarak 2 platform bulunmakta ve C platformunun ise yapım çalışması sürdürülmektedir. bulunmaktadır. Yıllardır A platformunun yarattığı dezavantajlar ile bölgede ot bitmediği gibi onlarca çalışanı ve bölge halkı kanser hastalığı riski ile karşı karşıya kalarak hayatını kaybetmiştir. Bölgede kanser vakalarının artması ile bölge halkı “Ya zehirlen ya da terk et” gibi sloganlar üreterek çeşitli yollar ile seslerini duyurmaya çalışmışlardır. Bu konuda Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi’nin düzenlemiş olduğu önemli raporlar bulunmaktadır. B platformunda ise gelen tepkileri asgariye indirmek için “flue gasdesülfürizasyon” ünitesi ilave edilmiş, bu üniteden de bacalardan su buharı ve çok az duman çıkmaya başlamıştır. Bu şekilde ortaya çıkan küller ise alçı fabrikalarına taşınmaya başlanmıştır. Ancak küllerin tamamı taşınamadığından yine bölge halkı önemli oranda her anlamda mağdur olmaktadır. 

 

Ekolojik dengeyi bozan, insan sağlığını tehdit eden, toprağa ve suya zarar veren, beyaz yağan karı siyaha çeviren bu tip santrallerin çıkardığı küllerin yarattığı tozlar ile çevrede yarattığı ve yaratacağı kirlilik ise malumdur. Çünkü dünya normlarına göre 150 mikrogram olması gereken hava kirliliği değerleri bu bölgelerde 500 mikrograma kadar yükselmektedir. Santrallerden atılan gazlar ile otsu bitkiler de doğal olarak önemli oranda zarar görmekte, ağaçlar ve topraklar verimsiz hale gelmektedir.

 

Afşin-Elbistan Santrali her yıl  meşhur Çernobil kazasının 2,5 katı radyoaktif madde yaymaktadır. Evet yanlış yazmadık değerli okuyucularımız. Çernobil kazasında çevreye 1,5 ton uranyum yayılırken, Türkiye’nin en büyük termik santrali 23,4 ton uranyum saçmaktadır. Her ne kadar filtre sistemleri ile bu olumsuzluk minimize edilmeye çalışılmakta ise de yeterli gelmemektedir. . Bu veriler de olayın vahametini açıkca ortaya koymaktadır. Yine santralden çıkan sülfür ve kükürt gazları havaya karışarak asit yağmurlarına neden olurlar

-.-

Dünkü yazımızda Türkiye’nin en büyük Termik Santrali’nin ülkemiz insanına yaşattığı cehennemi bir takım araştırma ve inceleme sonuçlarına göre ortaya koymuş idik. Samsun ve çevresinde kurulması planlanan termik santrallerin katı yakıt kaynaklı olmayacağı, katı yakıt ile çalıştırılan  termik santrallerine natif olarak kullanılan doğalgaz çevrimli ve fuel  Oil’li santrallerin de kömür santrallerine nazaran gerek çevre ve gerekse insan sağlığı açısından çok önemli avantajlara sahip olduğu ifade edilmektedir.

 

Fuel oil ayrışması en zor maddelerden biridir. Çünkü fuel oil’li santrallerde 6 numara yakıt kullanılmaktadır. Bu nedenle kısa sürede yok olmaması önemli ölçüde kirlilik yaratır. Samsun ve çevresinde ise sahile paralel olan yükselen dağ sislileri, çevre kirliliğini çok daha vahim boyutlara yükseltecektir. Samsun’da daha önce kurulması düşünülen mobil santralin profili de bu idi. Mobil Santrallerin kurulmasını teşvik eden ülkeler bu tür sistemleri terk eden ve eskimiş teknolojileri Türkiye’ye monte etmek isteyen ülkelerdir. Çünkü bu ülkelerde artık zehirli gazlar üreten termik santrallerin kurulmasına müsaade edilmemektedir.

 

Avrupalıların bu konuda Türkiye’ye bakış açısını aradan uzun yıllar geçmiş olsa da çok iyi ifade bir anekdotu sizlerle paylaşmak istiyorum. ABD’nin Japonya’da bulunan bir üssünden bugün hala Deniz Kuvvetlerinde hizmetini sürdüren “Ertuğrul” adlı çıkarma gemisini 80 kişilik bir asker grubu ile teslim almaya gitmiş idik. O gün  ABD’nin bu jesti karşısında gözlerimiz yaşarmıştı. Çünkü 3 tarafı denizle çevrili olan ülkemiz, dünyanın en büyük çıkarma gemisine sahip oluyordu. Gemiye çıktığımızda hayal kırıklığı yaşadık. Çünkü üzerinde top izleri bulunmakta idi ve güvertedeki bazı parçaların üzerindeki tarih 16 yıl öncesine aitti. Top izleri ise Vietnam savaşından kalmıştı.

 

Şaşkınlığımızdan bir ses ile sıyrıldık. “Arkadaşlar şaşırdınız elbette, bakın karşınızda bir uçak gemisi duruyor, şu anki işlevi ise gördüğünüz gibi şamandıralık görevini yapıyor. 50 yıl sonra ABD bu şamandırayı bize verir, bizde bugünkü gibi uçak gemisi sahibi olduk diye ülkemizde milli bayram ilan ederiz. Kıssadan yaşanmış bir hisse. Yani Türkiye terk edilmiş teknolojiler ülkesi  olarak her zaman ön saflarda yer almamalı ve teknoloji üreten fabrikalar ile donanımlı olmalıdır.

 

Teknolojisi rafa kaldırılmış termik santrallerin ülkemize getirilerek kurulması ve enerji elde edilmesinin maliyeti, dışardan ithal edilecek enerji maliyetinden daha pahalı fiyatlara mal olacaktır. Tüm bu eleştirilere yönelik ilgililer Nükleer santrallerin kurulması ile özellikle çevre kirliliği dezavantajı ortadan kaldırılacaktır şeklinde ifadeler kullanmaktadırlar. Elbette nükleer santrallerin bu avantajı vardır. Ancak burada da yine karşımıza Almanya ve Fransa’nın vazgeçtiği reaktörlerin ülkeye getirilmesi söz konusu olacaktır. Dolaysı ile bu avantaj maliyetler açısından dezavantaja dönüşecektir.

 

Enerji üretimi veya enerji verimliliği gündeme geldiğinde, yenilenebilir ve yenilenemez enerji kaynakları olarak iki ifade gözümüze çarpar,. Bu anlamları kısaca irdeleyecek olur isek; yenilenebilir enerji kaynakları dediğimizde, güneş, rüzgar, jeotermik, biyokütle, gelgit ve dalga enerjileri, yenilenemeyen enerji kaynakları ise doğada fosillerin oluşturduğu petrol, kömür ve doğalgazlardır. bilim adamlarınca yenilenemeyen enerji kaynaklarının dünyadaki ömrü 100 yıldır. Yani 100 yıl sonra artık enerji kaynaklarını oluşturan tüm hammaddeler ortadan kalkacaktır. O halde tüm dünyanın artık yenilenebilir enerji kaynaklı ürünlere yönelmesi gerekmektedir. Bugün yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektrik enerjisi oranı su hariç olmak üzere % 4’tür. Bunun anlamı ise basittir. Gelişmiş ülkeler bir şeyleri pazarlamak adına, bu kaynakların kullanımını ön plana çıkartmamakta ve bu tür teknolojiler üretmeye sıcak bakmamaktadırlar.

 

Sonuç olarak ülkemiz şu anda ihtiyacı olan enerjiyi tamamen dışa bağımlı materyaller ile elde etmektedir. Kömürün % 90’ı, doğalgazın % 93’ü ve petrolün % 91’i ithal edilmekte ve bu hammaddeler ile gerekli enerji elde edilmektedir. Tüm bu dezavantajların ortadan kaldırılması için ve Samsun çevresinde kurulacak olan termik santrallerin hangi materyaller ile enerji üretmesi gerekir sorusuna verilecek cevap, elbette özellikle bölgemizdeki diğer natif kaynaklı enerji üretimlerini devreye sokmaktır. Yenilenebilir enerji kaynaklarının en yoğun olarak kullanılabileceği ülke Türkiye’dir.

-.-

Enerji verimliliğini üst düzeylere çıkarabilmek ve ülkenin içinde bulunduğu darboğazı açabilmek için ülkemiz elindeki hazineyi yeterince değerlendirememekte ve dışa bağımlı bir enerji üretimi politikası içinde boğulup gitmektedir. Bu konuda verilebilecek en iyi örnek Almanya’dır. Almanya’nın enerji kaynaklarının önemli bir bölümünü güneş enerjisi sağlamaktadır. Çünkü güneş enerjisinde hammadde maliyeti yoktur. Yani yazımızın başlığında kullandığımız gibi, Güneşi ısıtmak gerekmez. Üstelik tüm yenilenebilir enerjilerin kaynağı güneş’tir.

 

Avrupa’da güneş enerjisi ile elektrik üreten ülkelerde birinci sırayı Almanya alır. Oysa, Almanya’nın en çok güneş alan bölgesi,. Türkiye’nin en az güneş alan bölgesinden daha az güneş gördüğü halde, Almanya bu masrafsız avantajı en iyi biçimde kullanarak elektrik enerjisi elde etmektedir. Türkiye bilindiği üzere güneşlenme süresi  bakımından İspanya’dan sonra Avrupa’da ikinci sıradadır. Çatılara konulacak paneller ile söz konusu enerjiyi elde etmek mümkündür.

 

Her 30 km. karelik alanda kurulacak güneş panelleri ile ihtiyaç bulunan tüm elektrik enerjisi elde edilebilir. Fazla gelen elektrik enerjisi ise vatandaş tarafından yine devlete satılabilir. Vatandaşın çatılarda oluşturdukları güneş enerjisi panel masrafları ise yine devlet tarafından finanse edilebilir. Bunun için kredi tahsis edilmesi de gerekmez. İlk etapta  vatandaşın paneller vasıtası ile elde ettiği elektrik enerjisinin fazlası pahalı fiyatlar ile devlet tarafından satın alınır. Amortisman sağlandıktan sonra’da yine fiyatlar normal düzeylere çekilebilir.

 

Türkiye’nin enerji elde etmekte kullanabileceği ikinci büyük hazinesi jeotermal enerji’dir. Ülkemizde 1000 adet jeotermal kuyusu bulunmakta ve bunların yaklaşık % 95’i ısıtmaya uygundur. Ancak elektrik üretimi yapılmaz. Sıcaklık alt sınırı 20 olarak kabul edilen kaynakların sayısı 600 olup, bu rakamlar ile Avrupa’da birinci sırayı alır. Isı enerjisi için sınır ise 35 olup bu statüde 170 adet jeotermal alanımız mevcuttur. Bu kaynaklar boşaltıldığında elde edilebilecek enerji potansiyeli ise 600 MW’dır.

 

Ülkemizde sadece 124 adet kaynağın çıkış değerleri yani görünür termal kapasitesi 2924 MW’dır. Sondajlar artırıldığından bu değerler doğal olarak en üst düzeylere yükselecektir. Güneş enerjisi ne  savaşlardan, ne de uluslar arası polemiklerin sonuçlarından ve ne de yağmur, rüzgar gibi meteorolojik şartlardan etkilenirler. İthal etmeye gerek yoktur. Çünkü ülkemiz yetirence güneşlenme süresi bakımından zengindir. Ancak ne yazık ki jeotermal enerjinin Türkiye’deki kullanım oranı binde 2 yi bulmaz. Bu oran ile bile Avrupa’da ikinci sıradadır. Jeotermal enerjinin yaklaşık % 70’i ısınma amaçlı kullanılmaktadır.

 

Üç bölüm halinde ülkemizin ihtiyacı bulunan enerji ile ilgili bir takım veriler sunmaya çalıştık. Karadeniz bölgemizin zengin akarsu kaynaklarının dahi yeterince değerlendirilebildiğini söylememiz mümkün değildir. Elektrik enerjisi üretimi projeleri gündeme geldiğinde, ilk etapta uygulanması düşünülen tribünler ve platformlar, tamamen dış kaynaklı hammaddeler ile donanımlıdır. Doğa’nın dünyadaki ülkeler arasında en cömert davrandığı Türkiye’de ne yazık ki bu imkanlardan istifade edilmez. Güneşi, akarsuları, rüzgarı, jeotermal sahaları ile ikinci bir ülkenin varlığından söz edebilmemiz mümkün değilken, Samsun gibi muhteşem iki büyük ova’yı kirletmenin, insan sağlığını hiçe saymanın, istihdam yaratılacak, enerji ihtiyacı karşılanacak, bu yatırımlara karşı çıkmak Samsun’a ve dolayısı ile ülkeye ihanettir gibi akıl almaz düşüncelere sahip olmanın mantığı yoktur.

 

Samsun’u çok mu seviyorsunuz? Samsun’da istihdam mı yaratmak istiyorsunuz? Ülke’nin enerji ihtiyacına çözüm mü üretmek istiyorsunuz? Gelecek nesilleri, çocuklarınızı çok mu seviyorsunuz. O zaman bırakın tamamen bizde olan değerleri kullanalım. Dış kaynaklı ve dışa bağımlı politikalardan arınalım. Ülke kaynaklarımız tüm dünyanın enerji ihtiyaçlarını karşılayabilecek potansiyele sahiptir beyler. Yeter ki kullanmasını bilelim. Bu nedenle Samsun’daki Çevreci kuruluşları tüm kalbimle destekliyor ve bir nefer olarak her zaman yanlarında olacağımı ifade ediyorum...

Süleyman SALUR / halkgazetesi.com.tr

 

www.gunes-santral.com

www.solar-pazar.com

BU BÖLÜMDEKİ DİĞER BAZI BAŞLIKLAR